HİLFUL FUDUL’UN TARİHÇESİ

Mekke, Arapların en faziletli kabilesi Kureyş’in yaşadığı yerdi ve ticaret yoluyla diğer Arap şehirlerinden daha ileri bir konumdaydı. Ayrıca, Kâbe’ye ev sahipliği yapması nedeniyle daha şerefli görülüyordu. Her yıl ticaret ve Kâbe ziyaretleri için birçok insanı ağırlar, böylece Mekke’nin gücüne güç katarak büyümesini sağlardı. Cahiliye döneminde Araplar arasında sık sık cinayetler vuku bulur, ardı arkası kesilmeyen kan davaları nesillerin kesilmesine sebep olurdu. Ficar Savaşı henüz bitmişti. Kabileler arasında kan dökülmüş, şiddetli bir savaş vuku bulmuştu. Bu durum Araplar arasında düşmanlığı bir kat daha arttırmıştı. Çok basit sebepler ailelerin, kabilelerin arasında harbe kapı açıyor, sonu gelmeyen kan davalarına neden oluyordu. Böyle bir hengamede Mekke, dışarıdan gelen yabancı tüccarlar için pek güvenli bir şehir değildi. Ne can ve mal emniyeti kalmıştı, ne de hak, hukuk diye bir mefhum. Yabancıların malları gaspediliyor, haklarını geri alamıyorlardı. Zayıflar, güçsüzler her türlü zulme uğruyor ve karşı koyamıyorlardı.

Bitmek tükenmek bilmeyen bu kanlı savaşların tabii sonucu olarak hem can, mal ve ırzın korunması hem de cereyan eden bu savaşlara son vermek ve aynı zamanda da kabileler arası bir takım sosyal ve siyasi düzenlemeler yapmak maksadıyla bazı Arap kabileleri kendi aralarında bir takım antlaşmalar ( hilf ) yapardı. Diğer bir ifadeyle sürekli savaşlar sonucu antlaşma yapmaları kaçınılmazdı. Düşmana karşı koymak için güçlü hale gelmek ve en azından iyi bir savunma yapmak maksadıyla küçük ve zayıf kabileler bir araya gelerek tek kabile halinde ittifaklar oluştururlardı. Güçlü kabilelerin zayıf kabileleri ezmeleri ve sömürmeleri sonucu zayıf veya küçük kabileler güçlü ve büyük kabilelere iltihak ederek büyük veya güçlü kabilelerin sahip olduğu hak ve sorumluluklara ortak olmuştu. Ayrıca birkaç değişik kabile kendilerine yapılacak herhangi bir saldırı veya haksızlık karşısında ortak hareket etmek amacıyla bir nevi paktta oluşturmuşlardı. Dolayısıyla kabileler arası bir güvence oluşturma, birbirine yardım etme, korunma ve kollanmaya dayanan bir sistem oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu itibarla kabileler arası bir dayanışmanın oluşturulduğu, birbirlerini destekledikleri veya bazı kabilelerin diğer büyük kabilelerin idaresi altına girdiği görülür.

Yukarıda anlattığımız sebeplerden dolayı Arap kabileleri arasında yapılan antlaşmalardan birisi de Hilful Fudul antlaşmasıdır. Bu antlaşma, hicretten 33 yıl (bazı rivayetlerde 18 veya 28 yıl) önce ficar savaşlarından sonra yapılmıştır. Hilful Fudul Teşkilatının gerçekleşmesine yol açan olaylar hakkında çeşitli rivayetler vardır. Biz bu rivayetlerden sadece birini aşağıda zikredeceğiz.

Savaşılması yasak olan 4 haram aydan biri olan Zilkade ayında, Yemenli Zübeyd Kabilesi’ne mensup bir tüccar, satmak üzere Mekke’ye mal getirmişti. Sehm Kabilesi’nden Âs bin Vâil bu malı satın almış; ancak parasını ödememiş ve satın aldığı malı da geri vermemişti. Çaresiz kalan adam, yardım istemek amacıyla malını alın adamın kabilesi olan Sehmoğulları kabilesine gidip yardım ister. Onlar, tüccara yardım etmek yerine ona hakaret ederler. Zübeyd kabilesinden bu adam yardım istemek için hangi kapıyı çalsa, kapı olduğu gibi yüzüne kapanıyordu. Adam, çaresiz bir şekilde Mekke’nin önemli ailelerinden olan Kureyşlileri ziyaret eder. Fakat Kureyşliler de ona yardım etmezler.

Tüccar, malını geri almanın yolunun bu olmadığını anlar ve Kureyşlilerin Kâbe’de toplantı halinde olduklarını görünce Mekke’nin gündemine yön veren ve Kâbe’ye son derece yakın bir yerde bulunan Ebu Kubeys tepesine çıkıp yüksek sesle mağduriyetini dile getiren şu şiiri inşad ederek maruz kaldığı haksızlığı dile getirdi:

 

يَا آلَ فِهْرٍ لِمَظْلُومٍ بِضَاعَتُهُ * بِبَطْنِ مَكَّةَ نَائِي الدَّارِ وَالنَّفَر
ِ وَمُحْرِمٍ أَشْعَثٍ لَمْ يَقْضِ عُمْرَتَهُ * يَا لَلرِّجَالِ وَبَيْنَ الْحِجْرِ وَالْحَجَرِ
ِنَّ الْحَرَامَ لِمَنْ ما ثثت كَرَامَتُهُ وَلَا حَرَامَ لِثَوْبِ الْفَاجِرِ الْغُدَرِ

 

“Ey Fihr Kabilesi! Evinden ve kabilesinden uzakta, Mekke’nin ortasında ticaret malını kaybetmiş, ihramlı, başı açık ve umresini yapamamış bir mazlumun imdadına yetiş! Ey Fihr Kabilesi! İsmail (a.s)’ın hücresi ile Haceru’l-Esved arasında Sehmoğulları kabilesinin zimmetinde ikamet etmek mi ? Yoksa umre yapan birisinin malının kaybolmasıyla çekip gitmek mi?”1 Bu şiir uyuyan vicdanları uyandırdı. Bu sırada, Kâbe’nin etrafında toplanmış olanlardan biri ayağa kalkarak bu mazluma yardımcı olmaya çalıştı; diğerlerini de bu yolda teşvik etti. Bu kişi, Hz. Muhammed’in amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib idi. Zübeyr b. Abdülmuttalib’in bu çıkışıyla Kureyşliler bu hadiseye daha fazla önem verirler. Kureyş’ten Hâşim, Muttalib, Zühre, Teym ve Hâris bin Fihr oğullarının ileri gelenleri, bu haksızlığa çözüm bulmak için Mekke’nin yönetildiği Dârü’n Nedve’de toplandılar. Hadiseyi kendi aralarında tartışırlar. Mutayyibinler, “Vallahi eğer biz bunda bulunursak Ahlâfları kızdırmış olacağız.” derler. Ahlâflar da “Vallahi biz bunu konuşursak Mutayyibinleri kızdırmış olacağız.” derler. Bunun üzerine Kureyşliler: “Gelin Hilfu’l-Fudûl’u Mutayyibinler ve Ahlâflar olmaksızın yapalım.” der. Bu hususta ne yapabileceklerini görüşmek için, Mekke`nin zengin, muteber ve en yaşlısı kabul edilen Teym oğullarından Abdullah bin Cüd’an et-Teymi’nin evinde bir toplantı yapmaya karar verdiler. Toplantıya Benû Haşim, Benû Esed, Benû Zuhre ve Benû Teym kabileleri katılır. Bu toplantıya, o zamanlar 20’li yaşlarında olan Hz. Muhammed de amcalarıyla birlikte katıldı. Sonra da Mekkeli veya yabancı olup da Mekke’ye gelenlerden zulme uğrayanlara yardımcı olmak, mazlumun hakkını zalimden alıncaya kadar uğraşmak için aralarında sözleştiler. Cürhüm kabilesinden Fadl bin Fadâle, Fadl bin Vedâa ve Fadl bin Haris adında üç saygın kişi bir araya gelerek zulme karşı mazluma yardım etmek, güçsüzlerin hakkını korumak ve adaleti sağlamak amacıyla bir anlaşma yapmışlardı. Geçmişte Fadl adını taşıyan bu birkaç kişinin benzer bir amaçla yaptıkları antlaşma Abdullah bin Cüd’an’ın evinde gerçekleştirilen bu antlaşmaya o kadar çok benziyordu ki, bu anlaşmanın anısını yaşatmak için bu antlaşma, “Hilful Fudul” yani “Fadl’ların Antlaşması, Fazilet Sahiplerinin Antlaşması, Faziletli Olanların Yemini” olarak adlandırılmıştı. Bu Faziletliler Antlaşması, Mekke’de çok ilgi gördü. Hatta Ebu Süfyan’ın kayınpederi Utbe bin Rebia’nın, buna katılamadığı için çok üzüldüğü; “Bu topluluğa katılmam için aileni terket, soyundan ayrıl deselerdi, yapardım” dediği meşhurdur.

Yapılan sözleşmenin ve yeminin maddeleri ana hatları ile şu şekildedir:

  • İster Mekke halkından olsun, ister Mekke’ye dışarıdan gelenlerden olsun, mazlumun hakkı zalimden alınıncaya kadar mazlumun yanında olunacaktır.
  • Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ile Sebir dağları yerlerinde kaldığı müddetçe, Kâbe`de istîlâm ibadeti [Kâbe`nin tavafı sırasında Hacerü`l-Esved`e el sürülmesi ve izdiham dolayısıyla bizzat el sürülemiyorsa uzaktan selamlama işaretinin yapılması] ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz.

Bu sözleşmenin sonrasında sözleşmeye katılanların, ettikleri yeminin bir işareti olarak el-Haceru’l- Esved’in yıkandığı mukaddes suyu içtiklerini nakletmektedir.3 Hilful Fudul’u önemli kılan Mekke’deki haksızlıklara karşı adalet için kurulan bir oluşum olması kadar Hz. Muhammed kendisine gelen risalet görevinden sonrada bugün olsa yine Hilful Fudul’a katılırdım demesidir. Evet, bu yemin edildiğinde orada bulunanlardan biri de henüz peygamberlik vazifesi gelmeyen Hz. Muhammed idi. Daha yirmili yaşlarındaydı ve bulundukları yerde yaşça en küçüktü. Şefkat ve merhameti, erdem ve fazileti böyle bir zulmün ortadan kaldırılması için onu Hilful Fudul cemiyetine getirmişti. Nitekim Hz. Muhammed peygamber olduktan sonra da bu cemiyete katılmış olmaktan memnuniyet duyduğunu dile getirerek: “Abdullah b. Cüda`nın evinde yapılan yeminde amcalarımla birlikte bende Hilful Fudul’de hazır bulundum. Bence o yemin, kırmızı tüylü develere sahip olmaktan daha sevimlidir! Ben, ona şimdi, İslamiyet devrinde bile çağrılsam icabet ederim.”14 buyurmuştu. Bu bahsi, Hılfu’l-Fudûl’a ilk adımı atan Zübeyr b. Abdulmuttalib’in, bu sözleşmeyle ilgili söylediği birkaç mısrası ile bitirelim: “Erdemliler, Mekke’nin kucağında hiçbir zalimin barınmaması hususunda anlaşıp, sözleştiler. Onların kabul edip, uzlaştıkları husus; civar alanın da umre yapanın da zulümden salim olmasıdır.”5

 

Hilful Fudul’un Faaliyetleri ve Nihayetlenmesi

Hılfu’l Fudûl kuruluşundaki zahiri sebebe uygun bir şekilde faaliyetlerine başlamıştır. İlk olarak Zebidli tüccarın parası As b. Vail’den alınmıştır. Ancak bu cemiyetin yegâne faaliyeti bu olmamıştır. Bu sözleşmeye katılan kabilelerin her türlü haksızlık ve zulüm karşısında durdukları görülmektedir. Asr-ı Saâdet’te insanlara yapılan üç beş olay esnasında Hılfu’l-Fudûl devreye girmiş ve söz konusu hakkın alınarak hak sahibine verilmesini sağlamış, böylece zulmü engellemiştir.

Hılfu’l-Fudûl toplum nezdinde o kadar iz bırakmış olmalı ki Emeviler döneminde de onun söz konusu edilerek hakların geri alınmaya ve zulümlerin engellenmeye çalışıldığı görülmektedir. Gerek Muaviye gerekse Muaviye’nin Medine valisi Velîd b. Utbe ile Hz. Hüseyin arasında çıkan tartışmalarda ve Hz. Hüseyin’e karşı yapılmak istenen haksızlıklar esnasında Hılfu’l Fudûl söz konusu edilmiştir.6 Onun adının anılması bile zulmün engellenmesinde etkili olmuştur.

Her geçen gün etkisini artıran bu teşkilat, Mekke’nin ticari güven ortamına son derece önemli katkılar sağlamıştır. Hilful Fudul’e yeni üye kabul edilmezdi. Dört Halife döneminden sonra, bu topluluğa mensup kişiler vefat ettiler. Zaten Medine’de bir İslâm devletinin kurulmasıyla, adalet ve emniyeti tesis için belirli müesseseler kurulmuştu. Zaman içerisinde de üyelerinin vefatları ile birlikte etkinliğini yitirdi.

 

 

1 İbn-i Kesîr, el-Bidâye c. 2, s. 356

2 İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, Beyrut 1992, s. 103; İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kubrâ, Dâru’l-kutub, Beyrut 1990,

s. 103; Muhammed Hamidullah, “Hılfu’l-Fudûl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 18, İstanbul 1998,

s. 31-32; Asım Köksal, İslâm Tarihi, Şamil yay., İstanbul 1987, s. 134.

3 İsfehânî, Egani, XVII/290.

4 İbn-i Kesîr, el-Bidâye, c. 2, s. 295; İbn Hişâm, Abdülmelik, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (I-IV), nşr. Mustafa Sekka vd. Beyrut, 1992, I,111; İbn Sa‘d, Muhammed, et-Tabakâtu’l-Kubrâ, I, 129; İbn Habîb, Muhammed b. Habîb el-Bağdâdî, Kitabu’l-Munemmak fî Ahbari Kureyş, Nşr. Hurşid Ahmed Faruk, Beyrut, 1985, s. 53; el-Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin, Delâilu’n-Nubuvve ve Marifetu Ehvali Sahibi’ş-Şerî’a, I-VII, nşr, Abdulmuti’, Kalacî, Beyrut, 1985, VI, 596; es-Suheylî, Ebu’l-Kâsım Abdurrahmân b. Abdillâh, er-Ravdu’l-Unuf fî Tefsîri Sîreti’n-Nebeviyyi li İbni Hişâm, I-II, nşr. Abdurraûf Sa‘d, Mısır, 1971, I, 158; İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, el-Vefâ bi Ahvali’l-Mustafa, I-II, nşr. Mustafa Abdu’l-Vâhid, Mısır, 1922, I, 137; Ebû’l-Ferec el-İsfahanı, Kitabu’l-Eğanî, XVII, 211-212-215; İbnu’l-Esir, (‘İzzuddîn Ebu’l-Hasan ‘Ali), el-Kâmil fî’t-Tarîh, I-XIII, nşr. C. J. Tornberg, Leiden, 1853-1867, II, 41.

5 Süheyli, I/157; İbn Kesir, I-II/697 İbnu’l-Esir bu şiiri Amr b. Avf’ın, Cürhümlü Fadllar’ın akdi için söylediğini nakletmektedir. Kamil, I/473; Eser, s. 321

6 İbn Hişam, I/111; İsfehânî, Egani, XVII/295, 297-298; İbnu’l-Esir, Kamil, I/474; İbn Kesir, I-II/698; Eser, s. 323. tesis için belirli müesseseler kurulmuştu. Zaman içerisinde de üyelerinin vefatları ile birlikte etkinliğini yitirdi.

 

1